Sony SmartWatch İncelemesi

Evet uzun bir aradan sonra yeni bir blog yazısıyla buradayım. Bir aksilik olmazsa bundan sonrada bu civarlarda olacağım :) Bu yazıda Sony SmartWatch ile ilgili tecrübelerimi aktaracağım.

Sony-SmartWatch[1]

Akıllı telefonlar, akıllı televizyonlar derken şimdide saatlerimizi akıllandırmaya başladılar. Ne kadar gerekli, ne kadar sağlıklı tartışılır fakat şu varki her geçen gün bilgiyle buluşma, ulaşma tecrübemizi geliştirmek için insanlar bir hayli fazla çalışıyor ve kafa patlatıyorlar. Bu yazıda saatin ağırlığı, ekranı gibi şeylere takılmadan kendi izlenimlerimi sizlerle paylaşacağım. Teknik bilgileri şuradan edinebilirsiniz.

Saatimiz bir adet kayış (siyah), usb şarj kablosu ve her hangi bir kayışı takmak için özel bir aparatıyla geliyor. Saat toka mantığıyla kayışa takılıyor ve oldukça sağlam bir şekilde tutunuyor. Saati ilk elime aldığımda çerçevesinde ki dandiklik dikkatimi çekti, belkide bana böyle denk geldi onuda bilmiyorum. Dandiklik dediğim çerçevenin saat camıyla birleştiği yeri elinizi sürttüğünüzde takılma hatta kesme hissi uyandırıyor olması. İlk başlarda sinir bozucu olsada sonradan umursanmıyor. Sony SmartWatch resimlerde göze büyük gelsede kolunuza taktığınızda keşke az daha büyük olsaymış hissini veriyor. Birde epey hafif, yani herhangi bir saatten farkı yok. Kayış üzerinde ki Sony yazısı Çin malı hissi uyandırıyor bunu söylemeden de geçmeyeyim :)

20130416_161321

Ekran kalitesi tanıtım fotoğraflarından birazcık farklı, hamburger resmiyle yediğimizin arasında ki fark gibi.. Ekranın dokunmatiği bence yeterli, arada sapıtıyor ama o kadar olur :) Normalde saatin ekranına çift dokunduğunuzda ekran açılıyormuş fakat bu özellik son güncellemeyle birlikte bozulmuş (bir yerde okumuştum). 2 tip uygulama bulunuyor, widgetler ve normal uygulamalar. Ekranı aşağı kaydırdığınızda uygulamalara, yukarı kaydırdığınızda widgetlere ulaşıyorsunuz. Sağa sola kaydırarakta geziniyorsunuz. Herhangi bir uygulamadayken ekrana çift parmakla dokunup kaydırdığınızda ana menüye geri dönebiliyorsunuz. Saat geri bildirimleri titreşimle veriyor. Biri sizi aradığında, mesaj geldiğinde, bluetooth kapsama alanı dışına çıktığınızda vb..

Saati ilk açtığınızda üzerinde yazılım olmadığını görüyorsunuz. Telefonunuza Sony Smart Connect uygulamasını ve sonrasında SmartWatch uygulamasını kuruyorsunuz. Sonrasında telefonunuzdan bluetooth u açıp Smart Connect i çalıştırdığınızda cihazlar kısa bir sürede senkronize olup uyum içinde çalışmaya başlıyorlar. Android Marketten istediğiniz uygulamaları kolayca yükleyebiliyor, sıralaya biliyor yada aktif/pasif olarak ayarlayabiliyorsunuz. Artık kolunuzda akıllı bir saat var.. SmartWatch telefon uyumluluk listesine şuradan bakabilirsiniz.

Twitter, Facebook, Gmail gibi uygulamaların kullanımından hiç haz duymadım, küçücük ekranda durup mail okumak zaten görmeyen gözlerimi iyice kör edebilir korkusuyla ilk başta pasif ettiğim uygulamalar bunlar oldu. Saatin üzerinden hava durumuna bakmak, telefondan uzakdayken gelen mesajı yada arayan kişiyi görmek, telefonu cebinizden çıkartmadan şarkı değiştirip ses açıp kapatmak, en sevdiğim fonksiyonlar oldu. Saatin saat görünümünü (ne garip bir kelime grubu oldu) telefon üzerinden değiştirebiliyorsunuz, ekstradan android marketten saat yüklemeniz de mümkün. Henüz ne kadar işlevsel denemedim ama sportif faliyetler için olan uygulamalar nasıl bir tecrübe sunuyor bilmiyorum. Örneğin; kaç km yol yürüdünüz, kalori hesabı, haritada neredesiniz gibi.. Şarj konusuna gelince yeteri kadar gidiyor desem yeridir, kullanıma göre ben diyeyim 4 – 5 gün siz deyin 7-8 gün :)

Ben saati HepsiBurada.com dan aldım, zaten çok fazlada alternatif bulunmuyor(du). Sonuç olarak eğer bu tip aletlere meraklıysanız almanızı öneririm, biri aradığında saate bakmak ilginç bir deneyim oluyor :)

Bu yazı birden fazla konuda ki görüşlerimi içerir.

Günlerden pazar, soğuk ve yağışlı bir kış günü, sağlık durumum iyi ve neşemde gayet yerinde. Epey zamandır yazmak istediğim bir kaç konu vardı onları yazayım dedim..
5484455-
Son zamanlarda 10 yaşındaki çocuktan 70 yaşında ki dedeye kadar herkesin ağzında bir girişim kelimesidir gidiyor. Facebook hesabı açan bile kendini girişimci olarak görüyor. Konuyla ilgili bir sürü yazı bulmak, başarı hikayeleri okumak mümkün. Girişim dediğiniz zaten dünyanın en kolay olayı. Basit bir matematikle olayı ele alalım. Param yok, azda kod yazabiliyorum. Sosyal ağlarda beni toplam 500 kişi takip ediyor. Gerçek hayatta da sevilen biriyim. Oh be süper, bundan daha önemli sermayemi olur.. 2 akşam yatarken düşünsem kesin bir fikir bulurum, yapması zaten basit. Yatıyoruz kalkıyoruz, yatıyoruz kalkıyoruz, yatıyoruz kalkıyoruz ve projemiz hazır, off offf kesin köşeyi dönerim. Evet şimdi arkadaşlarıma bunu göndereyimde kullanmaya başlasınlar. Sonrasında zaten o ona, o ona diye büyür gider bu iş.. Sizi kandırdım :D böyle bir dünya maalesef yok. Bu fiziksel ticarettede böyledir. Kazığın en büyüğünü kendi çevrenizden en yakınınızdan yersiniz. Bir proje yapacaksanız babanızın dahi onu kullanmayacağını göz önüne almalısınız. Hatta daha enteresanı projeyi geliştirirken size yardımcı olan insanlar dahi size destek olmayacaktır. Tutup size girişimcilik ile ilgili öğütler nasihatlar veremem ama bu gerçeğide atlayamazdım.


Uzun zamandır marketlerdeki kasiyerlerin işi bilmeyişlerine kafayı takmış durumdayım. Genel olarak çok yavaşlar, çok düşünüyorlar ve yaptıkları işe hakim değiller. Sonra asgari ücret aldıklarını ve çok uzun saatler çalıştıklarını öğrendim. Neyse geçenlerde daha önce hiç gitmediğim bir markete girdim ve kasadaki arkadaşın olayı resmen aştığına şahit oldum. Bir çok işi oflamadan puflamadan aynı anda tam olması gerektiği gibi yapıyordu. Helal olsun kıza, gerçekten işinin hakkını veriyor.. E dedim günün sonunda şartlar yine aynı, işi bilmeyen diğer kasiyerle bu kız yine aynı parayı alacak. Yiyecekleri fırçalar yine aynı, kimse aferin dahi demeyecek. Bu kızda muhtemelen haftalar sonra işi savsaklayıp yan gelip yatacaktır, haklıda.. Böyle düzen mi olur arkadaş? Çalışanda bir çalışmayanda, işi bilende bir bilmeyende. Yöneticilikte bana göre en önemli kural elindeki kısıtlı imkanlarla personelinin motivasyonunu en üst seviyede tutmaktır. Personelin başarısı nihayetinde yöneticinin de başarısıdır. Yöneticilik stoklar düzgün mü? Bugün acaba kaç lira ciro yapacağız? gibi soruları akşama kadar kendi kendine sormak değildir.


Arkadaş biz sokakta top oynardık, yağmurun altında ıslanırdık, bisikletimizin hep bir tekeri yamuk olurdu ve frenlere sürterdi, tutmazdı lan. Şimdi bakıyorum da html nedir diye soruyorlar, bisikleti olanlarında tekerleri yamuk değil.. Bisikletle rampa aşağı inerken patlayan frenin önemi yoktu bizim dönemimizde, ayağımızı arkaya atar durdururduk. Top patlayınca sabunla tıkardık deliği devam ederdik. Hep B planımız vardı. Günümüz çocuklarının herşeyleri dört dörtlük, B planına hiç bir zaman ihtiyaçları yok, gerekte yok!?


Şunu da aklıma gelmişken araya sıkıştırayım. Ülke olarak engelli vatandaşlarımıza köstek olduğumuz kadar, akıllarından engelli vatandaşlarımıza köstek olsaydık, şu anki yerimizden çok daha iyi yerlerde olurduk..


Güzel arkadaşlarım, kardeşlerim. Bilgisayarımız var diye, her hangi bir editöre kolay bir şekilde sahip oluyoruz diye kendimizi lütfen yazılım, tasarım işlerine vermeyelim. Amca tamam anlıyorum 50 yaşında bilgisayarla tanıştın, malum devlet işi akşama kadar boş boş oturuyorsun ve canın sıkılıyor ama boş zamanlarında git film falan izle, senin ne işin var html ile? Nereden başlamalıyım diye bir soru var. En sevdiğim sorudur kendileri. Bu soruyu sorduğun an başlamaman gerektiğinin farkında olmalısın. Başlama abi, git oyun oyna, çet yap.. Sen başlarsan öbürüde başlayacak. Hayır başlamanız problem değil, havanızdan geçilmiyor, olmadan oldum diyorsunuz ve komik oluyor. Bu işe ya hayatınızı verirsiniz, yada hiç başlamazsınız..


Piyasada eleman arayan firma sayısı çok, iş arayan elemanda çok. Nasıl oluyorsa iki taraf ortak bir yerde buluşamıyor. Bu durumda sanıyorum her iki tarafta problemli. Önce şunları bir tanımlamak gerekli. Kaliteli eleman kimdir? “İşini iyi yapan mı? Sorumluluk nedir bilen mi? Öğrenmeye, gelişmeye açık olan mı? Saygılı, oturmasını kalkmasını bilen mi?” Peki güzel iş, firma nedir? “Çok maaş veren mi? Yaptığınız işe değer veren mi? Çok sayıda personeli olan mı? Acayip acayip birimleri olan mı?” İnsan sermayesi her geçen gün değerleniyor, artık hem insan olmanız hemde işinizi iyi yapmanız gerekiyor. Parayla tüm problemlerin aşıldığı dünyamızda sadece bu problem tam olarak aşılamıyor diye düşünüyorum. Gelecekte özellikle yazılım sektöründe, iş bazlı değilde parça bazlı çalışan insanlarla ortaklık yapılacak diye düşünüyorum. Firmaların çekirdek kadroları organizasyonu yapıp paçaları dağıtıp, birleştirmek için uğraşacaklar. Şu zamanda ver parçayı – al parayı.


Burak Yılmaz, Selçuk ve Umut Bulut konusu hatta konusu değil muhabbeti. Aslında Umut muhabbetin dışında ama olsun onuda alalım. Bugün gelirken Erdoğdu yolunda ki futbolcu resimlerinin olduğu duvarda Burak’ ın yüzünün kağıtlarla kapatıldığını gördüm ve üzüldüm. Burada Burak’ ın yaptığı doğrudur yanlıştır meselesine girmek istemiyorum. Sadece adamın emeğine yapılan saygısızlığa üzülüyorum. Burak ve Umut ikilisinin en en en en özelliklede Umut’ un yediği küfürü kimse yemişmidir bilmiyorum. Burak 20 gol attığında yine küfür yiyordu, Umut 90+5 de pres yaptığında yine küfürünü yiyordu. (Bunları kulaktan dolma bilgilerle yazmıyorum, tüm maçları Avni Akerde izlemiş, gözlemlemiş biri olarak yazıyorum.) Taraftarımızda hiç suç yok, yönetim ise sütten çıkmış ak kaşıktır, tek suçlu futbolculardır. Trabzon’ lu olupta Trabzonspor ile ilgili bilgisi, görüşü, önerisi olmayan bir insan evladı yoktur. Koray’ ın dediği gibi; “sadece  benim facebook’ ta 600 tane teknik direktör arkadaşım var.” Yeni stad yapılacak diye yıllardır üstü açık bir stadın olduğu yerde yönetim hakkında olumlu bir görüşe sahip olmam da mümkün değil. 3 söne öncede yönetimi beğenmiyordum şu anda da beğenmiyorum.


Teknik konularda neden yazmıyorum? Aslında inanın çok yazmak istiyorum fakat son 1,5 senede belkide ömrüm boyunca göremeyeceğim, öğrenemeyeceğim, kapasitemin çok üzerinde bir yüklenmeyle karşılaştım ve bu süreç hiç hız kesmeden devam ediyor. Gün geçmiyor ki yeni bir şey öğrenmeyeyim. Öğrendiklerimi hazmetmem ve tam anlamıyla hakim olmadan da ilgili konuları yazıya dökmem çok mümkün değil. Bomba gibi geri döneceğim kimsenin şüphesi olmasın.


Evet yazı bitti. Demin deprem oldu, 10sn civarında bildiğin sallandık. Korktum, imleci yayınla düğmesinin üstüne getirdim ki bina yıkılırsa tıklayayımda bu yazı boşa gitmesin, valla diyorum ha :D Hepinize sevgi ve saygılarımla.

Ne yaza bilirim ki ?

Herkesin yer şeyi bildiği, herkesin her şeyi yaptığı, her şeyin dört dörtlük olduğu bir dünya ya yazarak ne verilir ki ? Hiç bir şey! Ama ben yazacağım..


Üniversitede (Karadeniz Teknik Üniversitesi) başkanımla gezerken üniversitede ki düzensizlikler üzerine epey konuştuk. Ne konuştuğumuzun çok da önemi yok, herkesin tahmin edebileceği şeyler. Neyse, çay içmek için üniversitenin içinde ki kafeye gittik. Kafeyi ikiye bölmüşler, öğrenciler ve personel (normalde hocalar yazacakta yazamay işte..) diye, normalde karma oturulan çok güzel bir yerdi. Maçlar bile karışık izleniyordu.. Bölmek ne demek ?

Hocam pardon siz kendinizi ne sanıyorsunuz ? Bu güne kadar bu ülkeye ne verdiniz ? Bu ego hangi bilimsel araştırmadan sonra böylesine kabardı ?

Eyyy çocuklar, hocalarınıza soru sorun çekinmeyin, onlarla her türlü derdinizi paylaşın.

1989 yılında ana okulunu ve sonrasında ilk okuluda üniversitenin içindeki Mimar Sinan İlk Okulunda, üniversite sakinlerinin çocuklarıyla okumuş biri olarak bu bölme işlerinin taa o zamanlarda bile el kadar çocuklara, sen üniversite çocuğusun ve sen diğerisin diye ikiye bölen bir zihniyetten bahsediyorum esasında..

Benim bildiğim kadarıyla üniversiteler dışarıya açılmaya (sanayiye, halka, dünyaya artık aklınıza ne gelirse..) çalışıyor, bizimkilerde kapamaya çalışıyor. Hayır içeride ne varsa ?

13-14 yaşlarındaydık, üniversiteye top oynamaya giderken, kestirme yolu kullanalım dedik. Neyse güle oynaya giderken, arkadan bağrışmaları duydum, arkamı dönene kadar sırtıma 2-3 sopa darbesi aldım, gözlerim karardı resmen. Daha ne olduğunu anlamadan dünyanın sopasını yedim, herkes 1-2 sopayla kurtuldu ama beni yaktı kavurdu. Banyoda annemin bağırmaları aklımdan çıkmıyor. O adam Profesör Dr. ünvanında biriydi. Çocuğu da kesin şu anda üniversitede illa bir şeydir(!?). Yazarken bile sırtım acıyor arkadaş. Hayatımın hiç bir döneminde 1 yaş büyüğüme bile hakaret, saygısızlık yada benzeri bir şey yapmamışımdır, yapmamda.. Ama hocam o gün o çubuğu g*tünüze sokmadığım, sokamadığım için çok pişmanım, özür dilerim.

Çocuk vali olmuş ama adam olamamış… Çocuk vali olmuşta insan olamamış… Çocuk çok zengin olmuş ama adam olamamış…

Şimdi biri gelip bu yazının altına, “yapılmadığını nereden biliyorsunuz, ben hocayım ben bilmem kimim” diye bir yorum girebilir, yorum demeyeyimde savunma diyeyim, savunma demiyeyimde gav çalmak diyeyim, şimdiden cevap vereyim. Yorumunuzu onaylamam :D şaka şaka ben sizin gibi değilim, şeffafım ;)

Arkadaş ben başka bir şeyler yazacaktım, bu nereden çıktı bende anlamadım :)

Neyse en azından bu vesileyle yazılım ile ilgili bölümlerde okuyan arkadaşlara kendimce tavsiyelerde bulunayım.

Derslerinize sadece geçecek kadar çalışın. Geri kalan zamanlarınızda konsantre olduğunuz konu üzerinde kendi kendinizi geliştirin. Bilgiye ulaşmanın yöntemlerini öğrenin, aramaktan korkmayın, pes etmeyin! İyi derecede İngilizce öğrenin. Yurt dışına gitme imkanınız varsa gidin, gerekirse maddi manevi sınırlarınızı zorlayın, korkmayın. Hayatınızın ilerleyen evrelerinde büyük bir ihtimalle bu şansı tekrar elde edemeyebilirsiniz. Yeni kültürler tanımak size hayatın her alanında pozitif olarak dönecektir. Yapabildiğiniz kadar proje yapın, çevrenizdekilere hiç aldırmadan yapın ;) Tanıyabildiğiniz kadar insan tanıyın, gerçek sosyal ağınızı genişlete bildiğiniz kadar genişletin. Bol bol blog yazın, hiç bir şey yazamıyorsanız ne yediniz ne içtiniz onu yazın. Bu işi sevmiyorsanız, hiç bulaşmayın, gidin kpss ye girin..

Öptüm bay ^_^

İzlenilesi belgeseller. Einstein – Tesla – Google

Yorum yapacak bir şeyin olduğunu düşünmüyorum, ilgi alanınıza giriyorsa kesinlikle izlemelisiniz.

  

03/10/2012 – 08/10/2012 İstanbul seyahati notları

Bu satırları yazıyı yazdıktan sonra yazıyorum. Kendime çok kızıyorum, neden artık blog yazmıyorum, neden artık fotoğraf çekmiyorum :@ Ne oldu bana, kimim ben, burası neresi :)

İstanbul’ da Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçiş sanırım en zahmetli operasyonların başında geliyor. Biz Anadolu yakasında kalıyoruz ve bizim ofis yani gideceğim yer Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsünde ki Tekno Park. Şöyle söyleyeyim, ben Trabzon’ dan sabah 7 de evden özel araba ile çıksam Ordu ya gitsem, İstanbul’ da ki arkadaş bu mesafeyi özel arabasıyla belkide kat edemez.

  1. Gün Sabah 8 de kalktım ve minübüse binip metrobüs durağında indim. Bu bir başarıydı çünkü geçen sefer ki gelmemizde bu istikamette metrobüs durağında bir türlü inenemiştim, gerçi minübüs şoforlerinin azizliğinede uğramıştım. Neyse hemen bir İstanbul kart aldım ve metrobüse bindim. Zincirlikuyu da aktarım olduktan sonra Cevizlibağ durağında inecektim, bu bilgiyede şuradan ulaştım. İlker abiyi hiç aramadım çünkü sürpriz yapacaktım. Cevizlibağ da indikten sonra bir kaç kişiye nasıl  gidebilirim diye sordum herkes başka bir şey söyledi, pes ettim ve İlker abiyi aradım. Bankamatiklerin olduğu tarafta üzerinde çilek sembolü olan tekno park servisleri varmış, bindim ve tekno parka geldim. (Tahmini yolda geçirdiğim süre 1 saat 50 dakika civarında) Ofisi bulmam çok zamanımı almadı, C1 bloktan içeri girdim ve zaten kapısında tabela olan tek ofis bizimkiydi :) Tekno park çok yeni ve hızla gelişiyor, çoğu yerde inşaatlar devam ediyor. Tekno parkın düzenini, temizliğini ve ferahlığını çok sevdim. Özellikle tuvaletlerin, koridorların temizliği gerçekten takdire şayandı. İlker abi ve Özlem ablayla hasret giderdikten sonra işe koyulduk.. Öğle yemeğinde hemen kampüsün dışında bulunan bir kebapçıya gittik. Yemekten önceki ikramlar, ilgi alaka çok güzeldi. (Normalde fotoğraflardım herşeyi ya ama nedense bu özelliğimi kaybetmişim :S ) Afiyetle yedikten sonra kampüste arabayla bir tur attık, bir hayli büyükmüş zaten hayatımda gördüğüm 2. kampüs :) Yakın gelecekte çok daha güzel olacağından hiç şüphe yok. Ofise tekrar geldik ve çalışmalara devam.. Saat 22 gibi ofisten ayrıldık ve İlker abi beni metrobüse bıraktı, hata yapacağımı bildiğimden hangi yöne gideceğimi İlker abiye sordum fakat yinede yanlış tarafa giden metrobüse bindim :S Ters istikamete 30 dakika kadar gittikten sonra jeton düştü ve inip diğer istikamete giden bir metrobüse bindim. 1 saattir gidiyordum ama aynı yerdeydim :D Neyse saat 24 gibi eve girmeyi başardım. Evi bulmak içinde baya bir yürüdüğümden yorgunluktan resmen gebermiştim.
  2. Gün Uzun süre aç kalabilen ama uykusuz kalamayan bir yapım var. Nasıl uyudum nasıl kalktım hatırlamıyorum. Şöyle söyleyeyim yattığımız çek yat gibi olan mekanızmanın 1 tahtası kırılmış, yer çekimi beni nasıl çektiyse artık :D saat 9 gibi uyandım ve yola çıktım. Bu
    sefer bindiğim metrobüs aktarmada durmadı ve direk Cevizlibağ’ a geldim, ordan da servise bindim. Tahminen 1.30 saatte ofise vardım, iyi rakam :) Yine çalışmalara devam.. Bu sefer öğle yemeğini teknokentin içinde ki restaurant da yedik, puanım 10 üzerinden 4 hatta 3 kanka :S Akşam olduğunda, İlker abiler ile birlikte güzel bir taksim gezisi yaptık. Akşam yemeği için Hacı Abdullah adında ki restauranta gittik. Mekan gayet güzeldi, yemekleride öyle fakat içtiğim nar ve portakal sulu kokteyl damağımda derin bir iz bıraktı. (bu nasıl cümle oldu yahu :D) Yemekten sonra biraz daha gezdik ve eve saha salim ulaştık. Yine saat 24 ü devirmişti..
  3. Gün Evden çıktım, gidiş yolunu iyice kavradığımdan dolayı kulaklıkları kulağıma geçirdim ve direk Cevizlibağ’ a giden metrobüse bindim, güzel bir yere oturup sağı solu gözlemledim. (Normalde gözüm sürekli durakları gösteren ekranda, kulaklarımda durak anonslarını yapan seste oluyordu.) Cumartesi günleri servis olmadığından üst geçitin oradan İlker abi ile buluşup kampüse geçtik. Güzel bir çalışma günü oldu, VirtualPathProvider ile güzel bir mekanızma yaptık. Saat 5 gibi ofisten ayrıldım, nikah vardı onun için eve geri geldim. Nikah Kadıköy evlendirme dairesinde saat 20:30 daydı. Nikaha girmemizle çıkmamız bir oldu, çok alışık olmadığımız bir durumdu fakat tam hayalimdeki formattı. Her 15 dakika da bir nikah oluyor ve çark çok hızlı dönüyor. Aklıma, nişanı böyle yapan kurban bayramında kurbanıda 1-2 dakikada halleder gelmedi değil :) Nikahtan sonra yemeğe bir yere gittik ama nereye gittik nasıl gittik mekanın adı neydi hiç hatırlamıyorum. Zaten İstanbul’ daki her hangi bir A noktasından B noktasına gitmenin karışıklığı, Trabzon’ daki toplam yolların karışıklığından çok daha karışık. 150 ye ayrılan yol gördüm :D Neyse eve gelmemiz 1.30 falandı nasıl uyudum nasıl kalktım hatırlamıyorum.
  4. Gün Sabah erken kalkıp, NASA: A Human Adventure Uzay sergisine gidecektim ama her zaman ki gibi uykum çok ağır bastı. Allah’ tan 22 Aralığa kadar sürecekmiş sergi, o tarihlerde İstanbul’ da olursam direk gitmek istiyorum. Cevahir Starbucks da quup’ daki arkadaşlarla toplanacaktık ve yola çıktım. (Metrobüsden Mecidiyeköy durağında inip 5-10dk yürüme mesafesinde) Saat 14 de vardım, havada bir hayli sıcaktı arkadaş, yandım geberdim resmen. Ne ara oturduk ne ara saat 17 oldu anlamadım. Az ama öz kişiydik, güzel muhabbet oldu. (İlker abi, ben, Özhan abi, Adem, Şirzat ve Necat) Akşam bir nikah daha vardı ve bu sefer direk Kadıköy evlendirme dairesine gidecektim. Burası metrobüs durağıyla resmen iç içe. Fb – Bjk maçıda bu bölgede olacağından erken çıkmalısın denilmişti ama dinlemedim, o muhabbeti nasıl bırakayım arkadaş. Neden böyle dediklerini metrobüsün gelmesini bekleyince anladım, normalde 2-3 dakikada bir metrobüs geliyor fakat o gün 20 dakikadan fazla metrobüs bekledim. Neyse gelen metrobüsün ön kapısından içeriye rar lı bir şekilde sıkıştım, cama yapışık bir vaziyette köprüyü felan geçtik, canım çıktı resmen.. Tam vaktinde nikaha yetiştim. Yine seri üretim bir nikah ve sonrasında eve gittik. Evde yedik içtik yine saat 24 oldu ve yattık, ertesi gün sabah 6 da uyanıp Sabiha Gökçen hava alanının yolunu tuttuk.

    Ve bir İstanbul macerasının daha sonuna geldik, şimdi sıra tecrübelerde..

Tespitler;
  • Metrobüs İstanbul da yaşayanlar için çok büyük bir nimet. Zaman zaman problemler olsada bu gayet normal, bu kadar insanı bu kadar aktif bir şekilde taşıyan bir sistemde problemin olmaması şaşırtıcı olurdu. Sabah 7 de de gece 23 de de tıklım tıklım doluluktan bahsediyoruz..
  • Bu gidişimde uçak korkumu biraz daha yenmiş gibiydim, özellikle giderken ne ara vardık anlamadım. Bu güzel bir gelişme :)
  • Zaman İstanbul’ da farklı davranıyor arkadaş. Saate ne zaman gözüm gitse aradan en az 1 saat geçmiş oluyor. Zamanı zaten yönetemiyorum durum böyle olunca korktum resmen. İlk gittiğimde insanların neden koşarak hareket ettiklerini anlamamıştım, şimdi daha iyi anlıyorum..
  • Starbucks’ ı hiç sevmedim, bu kadar sıradan bir yer nasıl bu kadar popüler oluyor anlamak mümkün değil. İçecekler bildiğimiz içecek, tuvaletler rezil ötesi, bok götürüyor resmen. Ellerimi yıkamaya bile iğrendim, zorla yıkadım. Eğer olay insanlara karışan yok eden yok meselesiyse ona da lafım yok..
  • Metrobüsde hemen her sabah kavgaya rastladım, kavga dediğim ağız dalaşı. Az sıkışında binelim diyen birine diğerinin verdiği cevap ve devam eden ağız kavgaları. Şu garibime gitti bizim burada bu tip kavgalar karşılıklı 3-4 git gelden sonra yumruk yumruğa kavgaya gider, adamlar inene kadar laf kavgası yapabiliyor..
  • Beni en çok zorlayan kısım yön bulma konusu oluyor. Yukarısı neresi aşağısı neresi derken dengem bozuluyor. Bu gidişimde de yön algımı gelişmemiş gördüm, sanırım bir pusuladan yardım almak en iyisi olacak :)

Evden çalışmak (home office)

8 aydır Siber Uzay Teknolojileri bünyesinde uzaktan çalışıyorum. Zamanımın tamamını quup projesini geliştirmek ile geçiriyorum. Bu, benim hem işim, hem hobim, hemde en büyük hayalim. Çalışırken yaptığım işten zevk almamak için en ufak bir bahanem yok. Evimin bir odasını kendime çalışma odası yaptım. Sabah 9 da bilgisayarın başına geçip, toplantımızı yapıp işimize koyuluyoruz.

İlk başlarda evden çalışmanın zorluklarını sağdan soldan duysam da çok fazla dikkate almadığımı söylemek isterim :) Arkadaş ne kadar zor olabilir ki ? Konuyla alakalı olmayan insanlar ise “Karışan yok eden yok, istediğin saatte yat istediğin saatte kalk, canın istemiyorsa çalışma, git dolaş vb..” kebap iş deyip size kendilerince destekte bulunuyorlar.

İşe ilk başladığımda kendime ait bir odam yoktu, tabiri caizse koltukların üzerinde çalışıyordum, oram buram her yerim ağrıyordu :D Baktık ki bu iş böyle olmayacak gidip bir tane çalışma masası ve koltuğu aldık. Özellikle çalışma koltuğu çok önemli, sabahtan akşama kadar o koltuk sizin her şeyiniz oluyor. Eğer çalışma saatlerinizin işgenceye dönüşmesini istemiyorsanız kendinize güzel bir koltuk alın ;) Bu arada sizle  konuyla ilgili Ferruh Mavituna’ nın şu yazısını paylaşayım.

Kendinize çalışma koşullarını sağladıktan sonra geriye sadece çalışmak kalıyor ki benim evden çalışmak konusunda bilimsel bir gerçekliği olduğuna inandığım tespitim var. Evden çalışmanın en zor alışılan kısmı ayakkabısız çalışmak oluyor. İlk duyduğunuzda ne alaka diyebilirsiniz fakat çalışırken ayaklarınızı koyacak yer bulamıyorsunuz. Masanın üstüne koy olmadı, ayağın üstüne otur olmadı, git başka bir sandalye al ona uzat olmadı vs.. Bu çalışırken sürekli dikkatinizin dağılmasına sebep oluyor.

Türk aile yapısı ve sosyal çevremiz henüz evden çalışma kavramına çok alışık değil. Bir ortamda evden çalışıyorum dediğinizde size yöneltilen ilk soru şu oluyor; “Saat kaçta kalkıyorsun?” Bende hiç kalkmıyorum diyerek gülüyorum :) Anne babanızın sizin gerçekten bir iş icra ettiğinizi kavraması ise çok uzun zaman alıyor. Çünkü kafalarında ki işin tanımında fiziksel aktivite ve evden çıkıp eve gelmenin bir saate bağlanmış olması gerekiyor. Babam halen daha “az sessiz olun oğlan içeride ders çalışıyor” diye milleti uyarıyor. Açıkçası 1950 kuşağının bu durumu kolay kolay anlamalarınıda beklemiyorum.

Evden çalışmanın en en en en büyük zorluğu yalnızlık. Ofis ortamında ki gibi fiziksel olarak konuşabileceğiniz, şakalaşaca bileceğiniz yada takılacağınız kimse yoktur. Diğer her şeyi çeşitli teknolojiler sayesinde aşıyorsunuz. İlker abinin dediği gibi “biz sadece fiziksel olarak yan yana değiliz, geri kalan tüm her şey ofis ortamıyla bire bir aynı.”

Bu arada aklıma gelmişken evden çalışmayla, serbest çalışmayı (freelance) karıştıran insanlar var. Bu ikisi arasında ki en büyük fark, serbest çalışırsanız patron sizsinizdir, evden çalışmada ise bir patronunuz vardır.

Uzaktan çalışma çok kolay suistimal edilebilecek bir sistem gibi görünsede, çekirge en fazla 3 kere zıplayabiliyor. Eğer iş ahlakına sahip değilseniz, uzaktan yakından fark etmez başarılı olmanız çokta mümkün değil zaten..

Geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ve beraberinde ki heyet San Fransisco’ da ki Google, Twitter, Facebook, Microsoft gibi.. teknoloji devlerini ziyaret etmişti. Heyette internet kullanıcılarının yakından tanıdığı Serdar Kuzuluoğlu‘ da vardı. (Konuyla çok alakası yok ama şu 3 notu kesinlikle okuyun.) Sosyal Medya Tv programının o haftaki bölümünün konuğu da  Abdullah Gül’ dü. Sayın Cumhurbaşkanımız konuşmasının bir kısmında şöyle diyordu; “Burada insanlar kılık kıyafete, işe gelip gitmeye bakmıyor, günün sonunda yapılan işe bakıyor.” Bu söylem aslında her şeyi fazlasıyla özetliyor. Sizin nereden, nasıl ve ne şekilde çalıştığınız değil, günün sonunda ortaya neler çıkarttığınız önemli.

quup, Türkiye’ nin Sosyal Ağı

Quup %100 Türk malı bir sosyal ağ, kurucusu ve sistemin mimarı İlker Aksu. Bende quup’ da yaklaşık 8 aydır geliştirici olarak çalışmaktayım. Bu yazıda içinde olan biri olarak size quup’ u anlatmaya çalışacağım. İnsanlar quup’ u her ne kadar facebook ile kıyaslasa da benzerliği geliştirilmesi durdurulmuş olan friendfeed’ den geliyor, kökleri ise basla.com dan. İlker abinin dediği gibi “Saf fikir, saf yenilik, bekleyemiyeceğimiz kadar uzakta olabilir, onun yerine var olanı iyileştirmeyi seçtik.”facebook’ da ki tüm ilişkiler gerçek hayatın sanallaştırılmış hali gibiyken, quup’ da gerçek kafa denginiz insanlarla ilişki kurabilirsiniz. Yani hiç tanımadığınız bir kişiyle ortak ilgi alanınız sayesinde tanışma olasılığınız çok yüksektir. Öte yandan facebook’ ta arkadaşınızın yeni doğmuş çocuğunun fotoğraflarını görüp beğenmekten yada aynı videoyu defalarca izlemekten farklı bir şey yapmanız çok olası değildir. Arama kısmında sadece kişi arıyor olmanız ise facebook içeriğini bize özetliyor. Yanlış anlaşılmasın facebook’ u kötülemiyorum, bu ağın doğası bu. Yani sanal nüfus müdürlüğü gibi çalışıyor. Bu sebepten dolayı quup ile facebook’ u kıyaslamak doğru değil. Karşılaştığı problemi facebook sayesinde çözen kaç kişi vardır bilmiyorum ama friendfeed üzerinden sayısız soru cevabını bulmuş, sayısız insan yeni iş olanaklarına kavuşmuş, sayısız insan ise yeni şeyler keşfetmiştir. Şimdi bir kaç soruyla quup’ un ne olduğunu kavramaya çalışalım.

quup ne demek, nasıl telaffuz edilir ?

quup; Quick Update den geliyor, bu yüzden quup ile paylaşım yapmak yada bir paylaşımla etkileşimde bulunmak çok kolay ve hızlıdır! Biz quup’ u kupdiye telaffuz ediyoruz.

quup nasıl çalışıyor, neler yapabiliyor ?

quup kişileri takip edebildiğiniz bir platform, yani arkadaşlık diye bir kavram bulunmuyor. Gönderdiğiniz her ileti (biz buna quup diyoruz) sizi takip eden kişilerin akışlarına dinamik olarak düşüyor, (sayfayı hiç yenilemeden akışınız otomatik olarak güncellenir) eğer gönderinize beğeni yada yorum yapılırsa, iletiniz o kullanıcıların takipçileri tarafından da görünür ve bu şekilde çok hızlı bir şekilde yayılır. Gönderdiğiniz quup güncel olduğu müddetçe akışta hep en üstlerde görünür, haliyle aktif konular akıştan kaybolmaz. Eğer akışınız da ilginizi çeken bir quup olursa, paylaş seçeneği ile ister quup içinde (requup) ister diğer sosyal ağlarda bu içeriği payalaşa biliyorsunuz. Yeni bir quup gönderirken içine, fotoğraf, farklı bir adresteki içerik veya gömülü şekilde video ekleyebilirsiniz. quup Markdown ile kalın, italik ve altı çizgili gibi temel metin şekillendirmenize de olanak sağlıyor. Bu özellikleri yorumlarınızda da kullanabiliyorsunuz.

Youtube, Vimeo, Soundcloud, İzlesene, Alkışlarla Yaşıyorum gibi popüler servislerin içeriklerini gömülü olarak paylaşmanızda mümkün. Yapmanız gereken tek şey içeriğin adresini girmek, gerisini quup hallediyor ;) quup’ a gönderdiğiniz içerikleri dilerseniz facebook veya twitter hesabınızda da paylaşabilirsiniz. Böylelikle hem quup, hem twitter hemde facebook’ daki arkadaşlarınıza aynı içeriği iletebilirsiniz.
quup hesabınızı kişiselleştirmekte çok kolay. Arka plan resmini, avatarınızı ve profilinizin kapak fotoğrafını değiştirerek kendi tarzınızı quup’ a çabucak uygulaya bilirsiniz.
Atacağınız bir quup’ un altına yapılacak olan yorumların izinlerini değiştirmeniz de mümkün. İster tamamen yoruma kapayın, ister trolllerden korumak için; onaylandıktan sonra yorumlar yayınlansın, sadece sizi takip edenler yorum yapabilsin yada karşılıklı takipte olduğunuz kişiler yorum yapabilsin diye düzenleyebilirsiniz.

Az daha unutuyordum, quup bookmarklet ile internette gezinirken gördüğünüz bir içeriği bir kaç tıkta quup’ da paylaşabilirsiniz.

quup’ un neler yapabildiğini yazmakla bitiremeyeceğim gibi, en iyisi girip kendiniz keşfedin;)

quup hangi derde deva oluyor ?

Aslında quup klasik forumların daha sosyalleşmiş hali gibi çalışıyor. quup size yeni şeyler keşfettirebilir veya kafa denginiz olan insanlarla bir arada olmanızı sağlar. Ayrıca sizde paylaşımlarda bulunarak etkileşiminizi arttırabilirsiniz. İlgi duyduğunuz grupları takip ederek o konuyla ilgili quup’ ları takip edebilir veya o gruba soru sorarak hızlı bir şekilde aradığınız cevaba ulaşabilirsiniz. quup’ un kullanımı arttıkça İlker abinin deyimiyle “ilgi alanlarına göre küçük küçük adacıklara ayrılacak” ve hangi adacık yada adacıklarda yer alacağınız ise tamamen size kalmış.

İlker abinin Karadeniz Teknik Üniversitesi sunumundan bir alıntı: “Esasında internet ile telefonlar birbirlerine çok benziyor, teorik olarak eğer ben dünyanın x bir yerinde ki kişinin telefon numarasını bilip çevirirsem onunla görüşebilirim. İnternette böyle, Google’ a eğer arayacağım kelimeyi yazabilirsem, istediğim bilgiye beni anında ulaştırabilir. Kelimeyi yazmak benim, bulmak Google’ nin işi. Kelimeyi keşfettirmek ise quup’ un işi!

Türk girişimi olmanın artıları ve eksileri

quup’ un sermayesi, çalışanları, görsel tasarımı, yazılımı daha doğrusu her şeyi %100 yerli. Bu durum bazı kesimlerde milliyetçi duyguların ağır basmasından dolayı çok olumlu karşılanırken, bazı kesimlerce de sürekli yaylım ateşine tutulmanıza sebep oluyor. Hiç bir yerine kusur bulamayan “dahi anlamında ki de ayrı yazılır, bu yüzden kullanmayacağım” diye biliyor. quup eğer yerli değilde yabancı bir girişim olsaydı tepkiler nasıl olurdu diye kendi kendime sürekli soruyorum!.

Diğer sosyal ağlarda, kişisel bilgilerin istenmeyen şekillerde kullanıldığını biliyoruz, görüyoruz. Hâl böyleyken tepkiler ortada, aynı insanlar quup’ a üye olurken kişisel bilgilerinin güvenliğinden şüphe edebiliyorlar, ben bu duruma gülüyorum. Bu konuyla ilgili ne kadar yazarsam yazayım çok fazla önemi yok diye düşünüyorum, taki rüzgar arkadan esmeye başlayıncaya kadar, o zamana kadarda en iyisini yapmak için durmadan çalışmaya devam edeceğiz.

quup’ un kullandığı teknolojiler nelerdir ?

Bu konuyla ve quup’ un mimarisi ile ilgili detaylı yazıları ilerleyen günlerde blog.quup.com altından okuyabilirsiniz. Yinede kabaca yazayım da ilgili maddenin altı boş kalmasın :) .Net (c#) platformu üzerinde geliştiriliyor. Web tarafında mvc3 ve razor view engine kullanılıyor. Veritabanı mssql fakat ilişkisel değil nosql yaklaşımı kullanılıyor. quup’ un mimarisinin getirdiği güzellik ile 1-2 saatlik bir repository değişikliğiyle quup’ u komple mysql, mongodb yada x bir veritabanını kullanabilir hale getirebiliyoruz. Bu arada quup yüksek ölçeklenebilir (high scalability) bir yapıda geliştiriliyor. Bunların yanında olmazsa olmazlarımız olan javascript, html, css geliyor.

Neden bunlar ? diye sorabilirsiniz bende size İlker abinin bir sözünü söyleyerek yazıya son verebilirim :) “Çünkü en iyi bunları biliyoruz!”

quup’ a üye olduktan sonra http://quup.com/settings/invitation adresinden arkadaşlarınızı davet etmeyi unutmayın :)

jQuery More eklentisi

Tahmin ediyorum 3 hafta sonra kaldığım yerden yazılarıma devam edeceğim. Bir proje için yazının tamamını gör olayını yaptım, bugünde bu olayı eklenti haline getireyim hemde jQuery e nasıl eklenti yazılıyor bunu bir göreyim diyerek more eklentisini yazdım :) (Hayatımın en garip duygulu günlerinden birini geçiriyorum, bu sebepten dolayı cümlelerde anormallikler olabilir, kodlarda da, sonra uğrar düzeltirim.)

Eklenti şu işi yapıyor; diyelim uzunca bir yazı var ve siz bunun ilk 100 karakterini göstermek istiyorsunuz, 100 karakterden sonra çıkan bir düğmeylede yazının tamamını gösteriyorsunuz. Yada kendi belirlediğiniz bir ayraçla bu işlemi yapabiliyorsunuz. Bu arada eğer özellik açıksa ki varsayılan olarak açık, html etiketlerini kaldırıyor, devam et düğmesine basıncada yazının orjinal halini getiriyor.  Örneklere bakarak demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.

$(document).ready(function () {
  $(".more").more();
  $(".more").more({text:' ..more',textClass:'moreLink',character:50,splitChar:'{devam}'});
});

Eklentinin git adresi: https://github.com/apoStyLEE/jQuery-More-plugin

Örnek: http://95.0.146.135/jqueryMore/

Yokuş aşağı – Downhill

Bisiklete olan merakımı her ne kadar  uygulamada yaşayamasamda elimden geldiğince gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Özellikle yokuş aşağı inişler (downhill) beni benden alıyor. Allah nasip ederde gelecekte hedeflediğim yaşam standartlarına ulaşırsam zamanımın çoğunu bu konuyla ilgilenerek geçirmek istiyorum. Neyse çok uzatmayayım bu girdinin sebebi aşağıdaki birbirinden güzel fotoğraflar.

[nggallery id=3]

Kaynak

Twitter #hashtag, @kullanici ve url biçimlendirme

Twitter, Friendfeed gibi sosyal ağlarda bir şeyi etikletlemek istediğimizde #(diyez) işaretiyle başlayarak etiketimizi yazabiliyoruz, buna hashtag (#etiketimiz) deniyor. Twitter’ da @ işaretiyle başlayıp herhangi bir kullanıcının adını yazdığımızda (@apostylee) o kullanıcıya bir uyarı gidiyor ve ekranda biz bu girdiyi kullanıcının profiline giden bir link olarak görüyoruz. Konuyla ilgili geçenlerde şöyle bir şey paylaşmıştım. Bu iki özelliğe ek olarak http:// yada www. ile başlayan bir girdi yaptığımızda otomatik olarak linke dönüştürülüyor. Okumaya devam et Twitter #hashtag, @kullanici ve url biçimlendirme

jQuery UI sürükle bırak ile alış veriş sepeti mantığı

Uzun zaman önce hayalini çok kurduğumuz fakat yeterince javascript bilmemekten ve kütüphanelerin bu denli gelişmiş olamayışından dolayı bir türlü gerçekleştiremediğimiz bir olaydı bu. Nereden aklıma geldi bilmiyorum, fakir bir çocuğun zengin olduğunda hayalini kurup bir türlü yapamadığı şeyi yapması heyecanıyla sarıldım web matrixe :) Heeeeeman, güç bende artık !

Okumaya devam et jQuery UI sürükle bırak ile alış veriş sepeti mantığı