Aklım var ama fikrim yok

Hemen hemen her şehrin, her mahallenin bir delisi, deli demek yanlış olabilir yandım akıllısı vardır diyelim. Her birininde çok enteresan hikayesi vardır. Bazen, problemli olan onlar mı yoksa biz miyiz diye sordururlar bize..

Çok sevdiğim bir insan olan Ali Kemal abim bir gün bir şey anlatmıştı..

Bir gün kahvede kağıt oynuyorlarmış, mahallelerinde ki yandım akıllı insan kahveden içeri girmiş ve bunları izlemeye başlamış. Kolay kolay konuşmazmış, durmuş durmuş durmuş ve demiş ki, “aslında benim aklım var ama fikrim yok, bu yüzden konuşmuyorum.” Ali Kemal abim diyor ki donduk kaldık, kimse çıtını çıkartamadı..

Bu olayı, bazı olaylar karşısında sürekli  hatırlarım ve insanlarla paylaşırım.

Günümüzde sosyal ağlar diye bir gerçek var. Eskiden bilgisayar alan insanlar msn messenger için bilgisayar alırdı, şimdilerde ise sosyal ağlar için telefon alır oldular, olduk. Durum böyle olunca, üretilen bilginin kalitesi ve olaylar karşısında ki tepkiler garip bir durum aldı.

Sosyal ağlar, aklı olup da fikri olmayan insanlar için bulunmaz bir ortam durumunda. Nede olsa akarı yok, tutarı yok, özellikle Twitter’ da yazıyorsun ve bir süre sonra kayboluyor. Hâl böyle olunca, mermiler 20 yıldır haznede beklediğinden, taramalı tüfek edasıyla atışa geçiliyor. Ona da laf sokayım buna da laf sokayım, dur birde şuradan da koyayım derken işin cılkı çıkıyor.

Bu yazıyı yazmama sebep olan olay ise son yaşanan internet yasakları ve Vimeo ya erişimin yasaklanması. Yasak doğrudur yanlıştır ayrı konu. Gözlemlediğim kadarıyla hayatında ilk kez Vimeo’ yu duymasına rağmen, sanki sabahtan akşama kadar bu siteden faydalanan, ticari ilişkileri varmış edesıyla yakınan insanların varlığıydı. Bu, bir şey olsada tepki versem hastalığının adı nedir bilmiyorum ama her geçen gün daha da can sıkıcı bir hâl alıyor. Sosyal ağlarda ki bilgi kirliliğinin en büyük sebebinin de bu durum olduğunu düşünüyorum. Bende yazayım, beni de takip edin, bir hesap yetmez 3 tane daha açayım, la parayla takipçi almak neyin kafası?

Sonuç olarak, her geçen gün internet neresinden bakarsanız bakın çöplüğe dönüyor. Ben ne anlatıyorum arkadaş, koskoca dünyanın anasını belledik lan biz, internet nedir, internet kim lan :D Allah Google’ a güç kuvvet versin. Böyle giderse sonuçlarında ki kaliteyi mumla arayacağız. Yada aradığımız sonuçların içinde arama yapan şeyin içinde arama yapan diye giden saçma sapan bir döngüde boğulup gideceğiz.

Aslında konuyla çok alakası yok ama yazayımda içimde kalmasın. Bazı sivri zekalı insanlar var, kaba tabirle zevki işlerin döndüğü ağlardan takibi bırakıyorlar fakat iş için olan, yeri geldiğinde referans niteliği taşıyacak ağlardan takipten çıkmıyorlar. La ne manyak adamsınız, size neremle güldüğümü çok iyi biliyorsunuz. 100 yaşına gittiniz halen daha yağmurlardan bahsediyorsunuz bırakın bu ayakları ve yağdıra biliyorsanız yağmuru yağdırın. Ha birde sürekli yüzümün güldüğüne bakmayın, bir kulağımın arkası var gıdıklanmayan.

Neyse ya dünya düz, yer çekimi yok, aya kimse gitmedi öptüm bye ^_^

Anasını sattığım durumun başlığı bile yok

İsim verince mahkemeye veriyorlarmış, bu yüzden bir birinden gerizekalı iki kardeş şeklinde bahsedeceğim malum kişilerden.

Kimdirler, nedirler bilmiyorum, bildiğim tek şey bariz bir şekilde fahişe oldukları halde, sürekli manşete çıkmayı başaran sex işçileri oldukları. Okuma ve yazma bildiklerini bile sanmıyorum. Bu yazıyı neden yazıyorum onuda bilmiyorum ama yazmam gerekiyor. Arkadaş bu denli ileri seviye mal olmalarına rağmen nasıl oluyor da kendilerine basında yer buluyorlar aklım almıyor. Bu insanlar için özelliksiz diyemiyorum çünkü ayıp olur. Belli ki çok farklı ve fantastik, bizim göremediğimiz özellikleri var. Gerçi paramız olsa bizimde bu özellikleri görme ve faydalanma şansımız olabilir.

Yeri gelmişken birde bunların tek tabanca modelleri var. Onlar içinde şunu söylerim hep “Bizim çömlekçi de bunlardan çok daha bilgili, eğitimli ve işlerini saygılı olanları vardı.” Vardı diyorum çünkü toplayıp ülkelerine gönderdiler, hemde eski bir otobüse tıka basa doldurarak :(

Rizeli’ ye sormuşlar, “kanadı var uçamaz, peteği var bal yatmaz nedir?” diye. Rizeli’ de demiş ki bu ne acayip arı arkadaş :|

Kargo, önem taşır. Hı hı eminim öyledir.

Koca koca reklamlar, uçaklar, Çin deki bilmem ne firmasıyla anlaşmalar, televizyonlar vs.. Kargo İstanbul’ dan Trabzon’ a 1-2 günde gelir, 3-5 günde de size ulaşır. Şehir çok böyük olduğuuuu içüüüüün, normal aslında.. Ne zaman kargo beklesem problem oluyor arkadaş.

En son yaşadığım ise problem değil, resmen gerizekalı yerine koyulmak. Telefonuma bir mesaj geldi, “Kurye gelmiş fakat evde yokmuşuz, bu yüzden kargo şubeye geri gitmiş, benim gidip almam gerekiyormuş.” Bilen bilir, evden dışarı pazar günleri haricinde çıktığım nadir rastlanan bir durumdur. Ama ne hikmetse kurye arkadaş gelmiş ama kimse yokmuş. Neyse, önce şubeyi 100 kere aradım ama kimse telefonu açmadı. Bölge müdürlüğünü arayıp şubeye ulaşamıyorum deyince, tekrar arayın şimdi açarlar gibi anlamsız bir diyalog yaşadım. Neyse tekrar aradım şubeyi, mucizevi bir şekilde telefon açıldı. Dedim böyle bir mesaj geldi ama eve gelen giden olmadı. Yok işte arkadaşı gelmiş falan filan hikaye anlatıyor. Bir dk. dedi, güya arkadaşına sordu, evet evet gelmiş bulamamış sizi evde deyince, olayın ciddiyetsizliği anlaşılmış oldum. Unutmadan, birde yeniden kargoyu teslime etmek için kurye gelirse benden kurye ücreti alacaklarmış. Lan oğlum senin işin zaten bana bu boku teslim etmek değil mi? Bu neyin kafasıdır? İyi anasını satayım, kurye bey gitmesin gittim desin, milletten 2. kez kargo parası alın, pehhhh. Yine insanlığımı koruyarak, hayır hanım efendiğiciğim nokta kom kimse gelmedi deyince, bana sormaz mı evinizi tarif edebilir misiniz diye. Neyini tarif edeyim, balkonu var camı var deyip kapattım. Karadeniz bölge müdürlüğünü arayıp durumu anlattım, güya dinlediler ve biz size döneceğiz dediler ama dönmediler, tekrar aradığımda telesekreterin “ayyy sorrry, mesai bitti” mesajıyla karşılaştım. 2. kez kafa buldular benle :( Ertesi gün bölge müdürlüğünü tekrar aradığımda, yine lütfen bekleyin deyip beklettiler ve perşembe günü teslim edilecek denildi.

Uzatmayayım şubeye gidip kendim aldım kargoyu. Şube dediğime bakmayın, çalışanların durumuna üzüldüm arkadaş. Resmen tek kelime etmeden kargomu alıp çıktım. Koca koca firmalar insanları bu şekilde çalıştırıyorsa yaşanan her şey normal, hatta az bile geldi gözüme.. Elektrikle ısınmaya çalışan 5-6 kişi ki muhtemelen 30 kişilik iş yapmaya çalışıyorlar, ısıtıcılardan dolayı atan sigorta, yeniden başlayan bilgisayarlar – fotokopi aletleri, soğuk, hıldır hışır, pis bir ortam vb..

Ben bu durumu x kargoyla yaşadım ama diğerlerinde de durumlar 3 aşağı 5 yukarı aynı. En altta köle sistemiyle çalıştırılan insanlar ve kaçınılmaz hizmet dandikliği.

Zor tostum zor, gerçekten anlamak zor.

İçime atacağıma buraya atayım dedim. Bugün Webrazzi, Webrazzi Ödülleri 2013 ü duyurdu. Oy vermek için giriş yaptım fakat kategoriler altında gördüğüm isimler beni çok şaşırttı.

Yılın web girişimi:

  • sahibinden.com
  • gittigidiyor.com
  • yemeksepeti.com
  • hepsiburada.com

Bunları gördükten sonra pencereyi kapattım çünkü aşağıda ki listelerde Sina Afra, Nevzat Aydın vb.. diğer insanların olduğu çok açıktı. Bu insanlar ve firmalar zaten kafam kadar marka olmuş, alanlarında ülkenin en büyükleri durumundayken nasıl oluyorda yılın web girişimi yada her neyse olabiliyorlar? Bla bla bla bunları kullanıcılar seçti, hı hı  ülke interneti, girişim, öptüm bye..

Ne çektin be Trabzon?

Trabzon denilince akla ilk Trabzonspor gelir. Bu durumdan da kimse şikayetçi değildir, aksine gurur ve onur duyduğumuz bir durumdur. Şehir adeta Trabzonspor ile yatar Trabzonspor ile kalkar. Takım yenilince o hafta buruk, takım kazanınca da mutlu mesut geçer.

Bu yazıda, “Bir takımın, büyük bir şehrin önüne geçmesi neden istenir?” sorusunu, evden neredeyse çıkmayan biri olarak, gözlemlediğim kadarını yazacağım.

Lafı hiç uzatacak değilim, son zamanlarda Trabzonspor maçlarına olan ilgiden bahsediliyorya konuya buradan gireyim.

İstediği kadar ziyaretçisi, okuyucusu olsun benim gözümde medya ile alakası olmayan, kendi tabirimle yersiz medya, içeriğinin %90′ nını Trabzonspor üzerinden üretiyor, aslında üretim demek yanlış olur, Trabzonspor ile ilgili bir şeyler yazıyorlar.

Ligin en erken ve ters zamanlarında maç yapan tek takımı biziz. Maraton tribününde (üzeri komple açık) donuna kadar ıslanan, ciğerlerine kadar donan taraftar, yağmurda çoluğu çocuğuyla maça neden ve nasıl gelsin? Çevrede ki kömür dumanı nasıl da sahanın içine çöküyor değil mi? İnsanların cebinde bilet alabilecek parası var mı?

Hiç bu basit ve herkesin gördüğü, bildiği konular ile ilgili bir haber gören, duyan oldu mu? Üstelik bu problemler çok uzun zamandır var. Özellikle o kömür meselesi şehrin bir çok kısmı için hayati bir konu. Benim bildiğim habercilik bu tip problemler çözülene kadar üzerine gitmektir, defalarca haberini yapmaktır.

La tamam, Trabzonspor ilham kaynağınız kabul ediyorum, 61. dakika şovuna ne oldu? Böylesine bariz bir konuda mı ilginizi çekmedi?

Aslında bilen biliyor ki, Trabzonspor’ un gerçek anlamda başarısı, gerçek taraftar haricinde Allah’ ın bir kulunun umurunda değil. Ulusal basına küfür etmeden önce çuvaldızın sivri tarafına bir bakmak lazım..

Zamanını hatırlamıyorum şehir dışından biri “Trabzon’ un geçim kaynağı nedir?” diye sormuştu ve cevap verememiştim. Tekrar düşünüyorum ve yine cevap veremiyorum. Üretim’ in sıfıra yakın olduğu bir şehirde, bu konudan daha önemli ne olabilir ki? Trabzonspor mu? Trafik sorunu mu? Yoksa denizin dalgalı olması mı?

Dünya, Kainat yerinden oynuyor. Bizim haberlere bakıyoruz, nedense hiç gerçekleşemeyen transfer haberleri, bilmem kim sakatlanmış, eski topçudan mesaj varmış.. Koyunya millet, kimsenin dünyadan haberi yok ya, nede olsa tek derdimiz Trabzonspor, ay sonu maaşlarımız da Trabzonspor’ dan geliyor..

Hiç Karadeniz Teknik Üniversitesi ile ilgili haber okuyan oldu mu? Olaylar haricinde. Belki de öyledir haaa, haber değeri taşıyan hiç bir şey olmuyordur. Öğrenciler mutludur, maaşlarını çatır çatır alan, ön eklerinde prof. falan yazan !(bilim insanlarımız) mutlu, akademisyenleri yazmaya gerek bile yok.. Teknopark geldi aklıma, kapısında kuyruk varmış, projelerden göz gözü görmüyormuş, içi dolmuş ama taşamıyormuş. Birde tekno ile başlıyorya adı, öylesine fantastik bir yere kurulmuş ki hiç bir ulaşım aracıyla ulaşamıyorsun, geçen konuşulurken duydum, zeplin seferleri olacakmış! Gerçi bunlar konu mu ki Allah’ ını seversen..

Siyasilerde işi çözdü, gerçi ortada çözülecek bir şey yok ama yinede çözdü diyelim. Onlarda biliyor cennetin yolunu, girecekleri yer belli nasılsa.. Arkadaş bir kerede yalandanda olsa deyin ki fabrika yapacağız, her yeriniz deniz, bir sürü doğal güzelliğiniz var burayı turizm bilmem nesi yapacağız, insalara iş imkanı yaratacağız. Kafamdan az ufak yüz ölçümüne sahip üniversiteniz var, eğitimi şu şekilde iyileştireceğiz, destekleyeceğiz. Siyasetin s si ile işim olmadığı için soruyorum, bunlardan hiç bahsediliyor mu? Trabzonspor’ un stadı, kupası dururken? Yada gerek var mı bunlara? 1-0 olsun bizim olsun nasılsa..

3 aylık asfaltın, kaldırımın, yolun tekrar – tekrar kırılıp, yapılmaması. Trafiğin kör düğüm olmasına çok çok az kalması. Kalkınma Mahallesinde ki ana yolun durumu (Bilmeyenler için: Az yukarıda Tıp Fakültesi Hastanesi bulunuyor, haliyle Ambulanslar bu yollardan geçiyor.)  Boztepe vardı bir ara, yeşil, mis gibi havası olan, piknik yapardık bir dönemler, sahi ne oldu oraya?  Annem kek yapmasını nereden öğrendi, bu kek nasıl bu kadar kabarıyor? gibi sıradan, anlamsız problemlere girmek istemiyorum bile.

Olan her seferinde şehrin güzel, akıllı, tuttuğunu kopartan, ülkesine aşık insanlarına oluyor. Biraz oturup düşünelim, derdi nedir bu sonbaharın? neden soldurur gülleri? nerden bulur bu insanlar, ben mutsuzken gülünecek şeyleri?

Youtube.com

İki arkadaş zamanında bir site kurmuşlar, adına da Youtube demişler. İşin bu noktalara geleceğini tahmin etmeleri mümkün müydü? Google satın almasaydı bu kadar büyür müydü? gibi soruların cevaplarından ziyade, geçenlerde gözüme çarpan bir durumdan yola çıkarak bu satırları yazmak istedim.

Üst taraftaki resimde, Chrome ile en sık girdiğim sitelerin görüntüsü var, geçenlerde Youtube’ un Google’ ı bile geçip birinci sırada olduğunu fark ettim ve şaşırdım. Halbuki biri bana en sık girdiğiniz site nedir diye sorsa tereddütsüz Google derdim.

ilker abi sayesinde sadece mesleki anlamda değil, dünyaya ve insanlara baktığım açıda da ciddi değişimler, değişiklikler oldu, oluyor. Zaman zaman iş dışında saatlerce farklı farklı konularda konuştuğumuz oluyor, daha doğrusu ilker abi anlatıyor bende büyük bir zevkle dinliyorum. Günlerden bir gün ilker abi şunu izledin mi? diye sordu ve bir youtube adresi paylaştı, o günden sonra arka arkaya bir sürü belgesel, söyleşi ve program önerisinde bulundu. Hepsini izledim, bazılarını bir kaç kere izledim, izliyorum. Günün sonunda daha önce hiç duymadığım kavramları duydum ve tanımadığım insanları tanıdım. İşin güzel mi demeliyim, yoksa garip mi bilmiyorum, ilker abinin önerimleri olmasa belkide ölene kadar hiç birini fark edemeyecek olmamdı. Tekrar tekrar teşekkürler abi.

Zaman içinde gerek Youtube’ un önerdiği gerek arama sonucunda bulduğum, bir sürü güzel videoyu kâh izledim kâh dinledim.. Fark etmeden ne kadar ziyaret etmişsem, gelmiş birinci sıraya yerleşmiş. Bu gidişle de kolay kolay bu durum değişmeyecek; çünkü izlenesi farklı farklı konularda bir çok içerik bulunuyor ve güzel insanlar yenilerini yüklemeye devam ediyor. Her şeyi bir kenara koyarsak, günün sonunda aklınızda anlatılan konu ile ilgili net bir bilgi olmasa bile, bilim insanlarının konuşma uslubu, hitap şekilleri, yöneltilen sorular, bu sorulara verilen cevaplar gibi bir sürü şey hakkında tecrübe sahibi oluyorsunuz. Bu insanlarla aynı ortamda bulunma ihtimalimizin çok düşük olduğunu düşünürsek, bu tecrübenin paha biçilemez bir nimet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Özetle; eskiden sadece gülmek yada 50 cent izlemek için girdiğimiz, zamanı bedava bulduk arkadaş, harcayalım bitsin niyetiyle dolaştığımız sitenin, gün gelecek faydalı bir amaç için kullanılacağını ne hayal edebilir nede kabullenebilirdim. Bugün ise en çok girdiğim web sitesi durumunda, kattıkları ise gerçekten paha biçilemez.

Bu yazıyı nasıl sonlandıracağım lan, işi gidip e-öğrenme ve eğitim sistemine mi bağlasam? Şaka şaka öptüm byee ^_^

Bu yazı birden fazla konuda ki görüşlerimi içerir.

Günlerden pazar, soğuk ve yağışlı bir kış günü, sağlık durumum iyi ve neşemde gayet yerinde. Epey zamandır yazmak istediğim bir kaç konu vardı onları yazayım dedim..
5484455-
Son zamanlarda 10 yaşındaki çocuktan 70 yaşında ki dedeye kadar herkesin ağzında bir girişim kelimesidir gidiyor. Facebook hesabı açan bile kendini girişimci olarak görüyor. Konuyla ilgili bir sürü yazı bulmak, başarı hikayeleri okumak mümkün. Girişim dediğiniz zaten dünyanın en kolay olayı. Basit bir matematikle olayı ele alalım. Param yok, azda kod yazabiliyorum. Sosyal ağlarda beni toplam 500 kişi takip ediyor. Gerçek hayatta da sevilen biriyim. Oh be süper, bundan daha önemli sermayemi olur.. 2 akşam yatarken düşünsem kesin bir fikir bulurum, yapması zaten basit. Yatıyoruz kalkıyoruz, yatıyoruz kalkıyoruz, yatıyoruz kalkıyoruz ve projemiz hazır, off offf kesin köşeyi dönerim. Evet şimdi arkadaşlarıma bunu göndereyimde kullanmaya başlasınlar. Sonrasında zaten o ona, o ona diye büyür gider bu iş.. Sizi kandırdım :D böyle bir dünya maalesef yok. Bu fiziksel ticarettede böyledir. Kazığın en büyüğünü kendi çevrenizden en yakınınızdan yersiniz. Bir proje yapacaksanız babanızın dahi onu kullanmayacağını göz önüne almalısınız. Hatta daha enteresanı projeyi geliştirirken size yardımcı olan insanlar dahi size destek olmayacaktır. Tutup size girişimcilik ile ilgili öğütler nasihatlar veremem ama bu gerçeğide atlayamazdım.


Uzun zamandır marketlerdeki kasiyerlerin işi bilmeyişlerine kafayı takmış durumdayım. Genel olarak çok yavaşlar, çok düşünüyorlar ve yaptıkları işe hakim değiller. Sonra asgari ücret aldıklarını ve çok uzun saatler çalıştıklarını öğrendim. Neyse geçenlerde daha önce hiç gitmediğim bir markete girdim ve kasadaki arkadaşın olayı resmen aştığına şahit oldum. Bir çok işi oflamadan puflamadan aynı anda tam olması gerektiği gibi yapıyordu. Helal olsun kıza, gerçekten işinin hakkını veriyor.. E dedim günün sonunda şartlar yine aynı, işi bilmeyen diğer kasiyerle bu kız yine aynı parayı alacak. Yiyecekleri fırçalar yine aynı, kimse aferin dahi demeyecek. Bu kızda muhtemelen haftalar sonra işi savsaklayıp yan gelip yatacaktır, haklıda.. Böyle düzen mi olur arkadaş? Çalışanda bir çalışmayanda, işi bilende bir bilmeyende. Yöneticilikte bana göre en önemli kural elindeki kısıtlı imkanlarla personelinin motivasyonunu en üst seviyede tutmaktır. Personelin başarısı nihayetinde yöneticinin de başarısıdır. Yöneticilik stoklar düzgün mü? Bugün acaba kaç lira ciro yapacağız? gibi soruları akşama kadar kendi kendine sormak değildir.


Arkadaş biz sokakta top oynardık, yağmurun altında ıslanırdık, bisikletimizin hep bir tekeri yamuk olurdu ve frenlere sürterdi, tutmazdı lan. Şimdi bakıyorum da html nedir diye soruyorlar, bisikleti olanlarında tekerleri yamuk değil.. Bisikletle rampa aşağı inerken patlayan frenin önemi yoktu bizim dönemimizde, ayağımızı arkaya atar durdururduk. Top patlayınca sabunla tıkardık deliği devam ederdik. Hep B planımız vardı. Günümüz çocuklarının herşeyleri dört dörtlük, B planına hiç bir zaman ihtiyaçları yok, gerekte yok!?


Şunu da aklıma gelmişken araya sıkıştırayım. Ülke olarak engelli vatandaşlarımıza köstek olduğumuz kadar, akıllarından engelli vatandaşlarımıza köstek olsaydık, şu anki yerimizden çok daha iyi yerlerde olurduk..


Güzel arkadaşlarım, kardeşlerim. Bilgisayarımız var diye, her hangi bir editöre kolay bir şekilde sahip oluyoruz diye kendimizi lütfen yazılım, tasarım işlerine vermeyelim. Amca tamam anlıyorum 50 yaşında bilgisayarla tanıştın, malum devlet işi akşama kadar boş boş oturuyorsun ve canın sıkılıyor ama boş zamanlarında git film falan izle, senin ne işin var html ile? Nereden başlamalıyım diye bir soru var. En sevdiğim sorudur kendileri. Bu soruyu sorduğun an başlamaman gerektiğinin farkında olmalısın. Başlama abi, git oyun oyna, çet yap.. Sen başlarsan öbürüde başlayacak. Hayır başlamanız problem değil, havanızdan geçilmiyor, olmadan oldum diyorsunuz ve komik oluyor. Bu işe ya hayatınızı verirsiniz, yada hiç başlamazsınız..


Piyasada eleman arayan firma sayısı çok, iş arayan elemanda çok. Nasıl oluyorsa iki taraf ortak bir yerde buluşamıyor. Bu durumda sanıyorum her iki tarafta problemli. Önce şunları bir tanımlamak gerekli. Kaliteli eleman kimdir? “İşini iyi yapan mı? Sorumluluk nedir bilen mi? Öğrenmeye, gelişmeye açık olan mı? Saygılı, oturmasını kalkmasını bilen mi?” Peki güzel iş, firma nedir? “Çok maaş veren mi? Yaptığınız işe değer veren mi? Çok sayıda personeli olan mı? Acayip acayip birimleri olan mı?” İnsan sermayesi her geçen gün değerleniyor, artık hem insan olmanız hemde işinizi iyi yapmanız gerekiyor. Parayla tüm problemlerin aşıldığı dünyamızda sadece bu problem tam olarak aşılamıyor diye düşünüyorum. Gelecekte özellikle yazılım sektöründe, iş bazlı değilde parça bazlı çalışan insanlarla ortaklık yapılacak diye düşünüyorum. Firmaların çekirdek kadroları organizasyonu yapıp paçaları dağıtıp, birleştirmek için uğraşacaklar. Şu zamanda ver parçayı – al parayı.


Burak Yılmaz, Selçuk ve Umut Bulut konusu hatta konusu değil muhabbeti. Aslında Umut muhabbetin dışında ama olsun onuda alalım. Bugün gelirken Erdoğdu yolunda ki futbolcu resimlerinin olduğu duvarda Burak’ ın yüzünün kağıtlarla kapatıldığını gördüm ve üzüldüm. Burada Burak’ ın yaptığı doğrudur yanlıştır meselesine girmek istemiyorum. Sadece adamın emeğine yapılan saygısızlığa üzülüyorum. Burak ve Umut ikilisinin en en en en özelliklede Umut’ un yediği küfürü kimse yemişmidir bilmiyorum. Burak 20 gol attığında yine küfür yiyordu, Umut 90+5 de pres yaptığında yine küfürünü yiyordu. (Bunları kulaktan dolma bilgilerle yazmıyorum, tüm maçları Avni Akerde izlemiş, gözlemlemiş biri olarak yazıyorum.) Taraftarımızda hiç suç yok, yönetim ise sütten çıkmış ak kaşıktır, tek suçlu futbolculardır. Trabzon’ lu olupta Trabzonspor ile ilgili bilgisi, görüşü, önerisi olmayan bir insan evladı yoktur. Koray’ ın dediği gibi; “sadece  benim facebook’ ta 600 tane teknik direktör arkadaşım var.” Yeni stad yapılacak diye yıllardır üstü açık bir stadın olduğu yerde yönetim hakkında olumlu bir görüşe sahip olmam da mümkün değil. 3 söne öncede yönetimi beğenmiyordum şu anda da beğenmiyorum.


Teknik konularda neden yazmıyorum? Aslında inanın çok yazmak istiyorum fakat son 1,5 senede belkide ömrüm boyunca göremeyeceğim, öğrenemeyeceğim, kapasitemin çok üzerinde bir yüklenmeyle karşılaştım ve bu süreç hiç hız kesmeden devam ediyor. Gün geçmiyor ki yeni bir şey öğrenmeyeyim. Öğrendiklerimi hazmetmem ve tam anlamıyla hakim olmadan da ilgili konuları yazıya dökmem çok mümkün değil. Bomba gibi geri döneceğim kimsenin şüphesi olmasın.


Evet yazı bitti. Demin deprem oldu, 10sn civarında bildiğin sallandık. Korktum, imleci yayınla düğmesinin üstüne getirdim ki bina yıkılırsa tıklayayımda bu yazı boşa gitmesin, valla diyorum ha :D Hepinize sevgi ve saygılarımla.

Ne yaza bilirim ki ?

Herkesin yer şeyi bildiği, herkesin her şeyi yaptığı, her şeyin dört dörtlük olduğu bir dünya ya yazarak ne verilir ki ? Hiç bir şey! Ama ben yazacağım..


Üniversitede (Karadeniz Teknik Üniversitesi) başkanımla gezerken üniversitede ki düzensizlikler üzerine epey konuştuk. Ne konuştuğumuzun çok da önemi yok, herkesin tahmin edebileceği şeyler. Neyse, çay içmek için üniversitenin içinde ki kafeye gittik. Kafeyi ikiye bölmüşler, öğrenciler ve personel (normalde hocalar yazacakta yazamay işte..) diye, normalde karma oturulan çok güzel bir yerdi. Maçlar bile karışık izleniyordu.. Bölmek ne demek ?

Hocam pardon siz kendinizi ne sanıyorsunuz ? Bu güne kadar bu ülkeye ne verdiniz ? Bu ego hangi bilimsel araştırmadan sonra böylesine kabardı ?

Eyyy çocuklar, hocalarınıza soru sorun çekinmeyin, onlarla her türlü derdinizi paylaşın.

1989 yılında ana okulunu ve sonrasında ilk okuluda üniversitenin içindeki Mimar Sinan İlk Okulunda, üniversite sakinlerinin çocuklarıyla okumuş biri olarak bu bölme işlerinin taa o zamanlarda bile el kadar çocuklara, sen üniversite çocuğusun ve sen diğerisin diye ikiye bölen bir zihniyetten bahsediyorum esasında..

Benim bildiğim kadarıyla üniversiteler dışarıya açılmaya (sanayiye, halka, dünyaya artık aklınıza ne gelirse..) çalışıyor, bizimkilerde kapamaya çalışıyor. Hayır içeride ne varsa ?

13-14 yaşlarındaydık, üniversiteye top oynamaya giderken, kestirme yolu kullanalım dedik. Neyse güle oynaya giderken, arkadan bağrışmaları duydum, arkamı dönene kadar sırtıma 2-3 sopa darbesi aldım, gözlerim karardı resmen. Daha ne olduğunu anlamadan dünyanın sopasını yedim, herkes 1-2 sopayla kurtuldu ama beni yaktı kavurdu. Banyoda annemin bağırmaları aklımdan çıkmıyor. O adam Profesör Dr. ünvanında biriydi. Çocuğu da kesin şu anda üniversitede illa bir şeydir(!?). Yazarken bile sırtım acıyor arkadaş. Hayatımın hiç bir döneminde 1 yaş büyüğüme bile hakaret, saygısızlık yada benzeri bir şey yapmamışımdır, yapmamda.. Ama hocam o gün o çubuğu g*tünüze sokmadığım, sokamadığım için çok pişmanım, özür dilerim.

Çocuk vali olmuş ama adam olamamış… Çocuk vali olmuşta insan olamamış… Çocuk çok zengin olmuş ama adam olamamış…

Şimdi biri gelip bu yazının altına, “yapılmadığını nereden biliyorsunuz, ben hocayım ben bilmem kimim” diye bir yorum girebilir, yorum demeyeyimde savunma diyeyim, savunma demiyeyimde gav çalmak diyeyim, şimdiden cevap vereyim. Yorumunuzu onaylamam :D şaka şaka ben sizin gibi değilim, şeffafım ;)

Arkadaş ben başka bir şeyler yazacaktım, bu nereden çıktı bende anlamadım :)

Neyse en azından bu vesileyle yazılım ile ilgili bölümlerde okuyan arkadaşlara kendimce tavsiyelerde bulunayım.

Derslerinize sadece geçecek kadar çalışın. Geri kalan zamanlarınızda konsantre olduğunuz konu üzerinde kendi kendinizi geliştirin. Bilgiye ulaşmanın yöntemlerini öğrenin, aramaktan korkmayın, pes etmeyin! İyi derecede İngilizce öğrenin. Yurt dışına gitme imkanınız varsa gidin, gerekirse maddi manevi sınırlarınızı zorlayın, korkmayın. Hayatınızın ilerleyen evrelerinde büyük bir ihtimalle bu şansı tekrar elde edemeyebilirsiniz. Yeni kültürler tanımak size hayatın her alanında pozitif olarak dönecektir. Yapabildiğiniz kadar proje yapın, çevrenizdekilere hiç aldırmadan yapın ;) Tanıyabildiğiniz kadar insan tanıyın, gerçek sosyal ağınızı genişlete bildiğiniz kadar genişletin. Bol bol blog yazın, hiç bir şey yazamıyorsanız ne yediniz ne içtiniz onu yazın. Bu işi sevmiyorsanız, hiç bulaşmayın, gidin kpss ye girin..

Öptüm bay ^_^

İzlenilesi belgeseller. Einstein – Tesla – Google

Yorum yapacak bir şeyin olduğunu düşünmüyorum, ilgi alanınıza giriyorsa kesinlikle izlemelisiniz.

  

03/10/2012 – 08/10/2012 İstanbul seyahati notları

Bu satırları yazıyı yazdıktan sonra yazıyorum. Kendime çok kızıyorum, neden artık blog yazmıyorum, neden artık fotoğraf çekmiyorum :@ Ne oldu bana, kimim ben, burası neresi :)

İstanbul’ da Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçiş sanırım en zahmetli operasyonların başında geliyor. Biz Anadolu yakasında kalıyoruz ve bizim ofis yani gideceğim yer Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsünde ki Tekno Park. Şöyle söyleyeyim, ben Trabzon’ dan sabah 7 de evden özel araba ile çıksam Ordu ya gitsem, İstanbul’ da ki arkadaş bu mesafeyi özel arabasıyla belkide kat edemez.

  1. Gün Sabah 8 de kalktım ve minübüse binip metrobüs durağında indim. Bu bir başarıydı çünkü geçen sefer ki gelmemizde bu istikamette metrobüs durağında bir türlü inenemiştim, gerçi minübüs şoforlerinin azizliğinede uğramıştım. Neyse hemen bir İstanbul kart aldım ve metrobüse bindim. Zincirlikuyu da aktarım olduktan sonra Cevizlibağ durağında inecektim, bu bilgiyede şuradan ulaştım. İlker abiyi hiç aramadım çünkü sürpriz yapacaktım. Cevizlibağ da indikten sonra bir kaç kişiye nasıl  gidebilirim diye sordum herkes başka bir şey söyledi, pes ettim ve İlker abiyi aradım. Bankamatiklerin olduğu tarafta üzerinde çilek sembolü olan tekno park servisleri varmış, bindim ve tekno parka geldim. (Tahmini yolda geçirdiğim süre 1 saat 50 dakika civarında) Ofisi bulmam çok zamanımı almadı, C1 bloktan içeri girdim ve zaten kapısında tabela olan tek ofis bizimkiydi :) Tekno park çok yeni ve hızla gelişiyor, çoğu yerde inşaatlar devam ediyor. Tekno parkın düzenini, temizliğini ve ferahlığını çok sevdim. Özellikle tuvaletlerin, koridorların temizliği gerçekten takdire şayandı. İlker abi ve Özlem ablayla hasret giderdikten sonra işe koyulduk.. Öğle yemeğinde hemen kampüsün dışında bulunan bir kebapçıya gittik. Yemekten önceki ikramlar, ilgi alaka çok güzeldi. (Normalde fotoğraflardım herşeyi ya ama nedense bu özelliğimi kaybetmişim :S ) Afiyetle yedikten sonra kampüste arabayla bir tur attık, bir hayli büyükmüş zaten hayatımda gördüğüm 2. kampüs :) Yakın gelecekte çok daha güzel olacağından hiç şüphe yok. Ofise tekrar geldik ve çalışmalara devam.. Saat 22 gibi ofisten ayrıldık ve İlker abi beni metrobüse bıraktı, hata yapacağımı bildiğimden hangi yöne gideceğimi İlker abiye sordum fakat yinede yanlış tarafa giden metrobüse bindim :S Ters istikamete 30 dakika kadar gittikten sonra jeton düştü ve inip diğer istikamete giden bir metrobüse bindim. 1 saattir gidiyordum ama aynı yerdeydim :D Neyse saat 24 gibi eve girmeyi başardım. Evi bulmak içinde baya bir yürüdüğümden yorgunluktan resmen gebermiştim.
  2. Gün Uzun süre aç kalabilen ama uykusuz kalamayan bir yapım var. Nasıl uyudum nasıl kalktım hatırlamıyorum. Şöyle söyleyeyim yattığımız çek yat gibi olan mekanızmanın 1 tahtası kırılmış, yer çekimi beni nasıl çektiyse artık :D saat 9 gibi uyandım ve yola çıktım. Bu
    sefer bindiğim metrobüs aktarmada durmadı ve direk Cevizlibağ’ a geldim, ordan da servise bindim. Tahminen 1.30 saatte ofise vardım, iyi rakam :) Yine çalışmalara devam.. Bu sefer öğle yemeğini teknokentin içinde ki restaurant da yedik, puanım 10 üzerinden 4 hatta 3 kanka :S Akşam olduğunda, İlker abiler ile birlikte güzel bir taksim gezisi yaptık. Akşam yemeği için Hacı Abdullah adında ki restauranta gittik. Mekan gayet güzeldi, yemekleride öyle fakat içtiğim nar ve portakal sulu kokteyl damağımda derin bir iz bıraktı. (bu nasıl cümle oldu yahu :D) Yemekten sonra biraz daha gezdik ve eve saha salim ulaştık. Yine saat 24 ü devirmişti..
  3. Gün Evden çıktım, gidiş yolunu iyice kavradığımdan dolayı kulaklıkları kulağıma geçirdim ve direk Cevizlibağ’ a giden metrobüse bindim, güzel bir yere oturup sağı solu gözlemledim. (Normalde gözüm sürekli durakları gösteren ekranda, kulaklarımda durak anonslarını yapan seste oluyordu.) Cumartesi günleri servis olmadığından üst geçitin oradan İlker abi ile buluşup kampüse geçtik. Güzel bir çalışma günü oldu, VirtualPathProvider ile güzel bir mekanızma yaptık. Saat 5 gibi ofisten ayrıldım, nikah vardı onun için eve geri geldim. Nikah Kadıköy evlendirme dairesinde saat 20:30 daydı. Nikaha girmemizle çıkmamız bir oldu, çok alışık olmadığımız bir durumdu fakat tam hayalimdeki formattı. Her 15 dakika da bir nikah oluyor ve çark çok hızlı dönüyor. Aklıma, nişanı böyle yapan kurban bayramında kurbanıda 1-2 dakikada halleder gelmedi değil :) Nikahtan sonra yemeğe bir yere gittik ama nereye gittik nasıl gittik mekanın adı neydi hiç hatırlamıyorum. Zaten İstanbul’ daki her hangi bir A noktasından B noktasına gitmenin karışıklığı, Trabzon’ daki toplam yolların karışıklığından çok daha karışık. 150 ye ayrılan yol gördüm :D Neyse eve gelmemiz 1.30 falandı nasıl uyudum nasıl kalktım hatırlamıyorum.
  4. Gün Sabah erken kalkıp, NASA: A Human Adventure Uzay sergisine gidecektim ama her zaman ki gibi uykum çok ağır bastı. Allah’ tan 22 Aralığa kadar sürecekmiş sergi, o tarihlerde İstanbul’ da olursam direk gitmek istiyorum. Cevahir Starbucks da quup’ daki arkadaşlarla toplanacaktık ve yola çıktım. (Metrobüsden Mecidiyeköy durağında inip 5-10dk yürüme mesafesinde) Saat 14 de vardım, havada bir hayli sıcaktı arkadaş, yandım geberdim resmen. Ne ara oturduk ne ara saat 17 oldu anlamadım. Az ama öz kişiydik, güzel muhabbet oldu. (İlker abi, ben, Özhan abi, Adem, Şirzat ve Necat) Akşam bir nikah daha vardı ve bu sefer direk Kadıköy evlendirme dairesine gidecektim. Burası metrobüs durağıyla resmen iç içe. Fb – Bjk maçıda bu bölgede olacağından erken çıkmalısın denilmişti ama dinlemedim, o muhabbeti nasıl bırakayım arkadaş. Neden böyle dediklerini metrobüsün gelmesini bekleyince anladım, normalde 2-3 dakikada bir metrobüs geliyor fakat o gün 20 dakikadan fazla metrobüs bekledim. Neyse gelen metrobüsün ön kapısından içeriye rar lı bir şekilde sıkıştım, cama yapışık bir vaziyette köprüyü felan geçtik, canım çıktı resmen.. Tam vaktinde nikaha yetiştim. Yine seri üretim bir nikah ve sonrasında eve gittik. Evde yedik içtik yine saat 24 oldu ve yattık, ertesi gün sabah 6 da uyanıp Sabiha Gökçen hava alanının yolunu tuttuk.

    Ve bir İstanbul macerasının daha sonuna geldik, şimdi sıra tecrübelerde..

Tespitler;
  • Metrobüs İstanbul da yaşayanlar için çok büyük bir nimet. Zaman zaman problemler olsada bu gayet normal, bu kadar insanı bu kadar aktif bir şekilde taşıyan bir sistemde problemin olmaması şaşırtıcı olurdu. Sabah 7 de de gece 23 de de tıklım tıklım doluluktan bahsediyoruz..
  • Bu gidişimde uçak korkumu biraz daha yenmiş gibiydim, özellikle giderken ne ara vardık anlamadım. Bu güzel bir gelişme :)
  • Zaman İstanbul’ da farklı davranıyor arkadaş. Saate ne zaman gözüm gitse aradan en az 1 saat geçmiş oluyor. Zamanı zaten yönetemiyorum durum böyle olunca korktum resmen. İlk gittiğimde insanların neden koşarak hareket ettiklerini anlamamıştım, şimdi daha iyi anlıyorum..
  • Starbucks’ ı hiç sevmedim, bu kadar sıradan bir yer nasıl bu kadar popüler oluyor anlamak mümkün değil. İçecekler bildiğimiz içecek, tuvaletler rezil ötesi, bok götürüyor resmen. Ellerimi yıkamaya bile iğrendim, zorla yıkadım. Eğer olay insanlara karışan yok eden yok meselesiyse ona da lafım yok..
  • Metrobüsde hemen her sabah kavgaya rastladım, kavga dediğim ağız dalaşı. Az sıkışında binelim diyen birine diğerinin verdiği cevap ve devam eden ağız kavgaları. Şu garibime gitti bizim burada bu tip kavgalar karşılıklı 3-4 git gelden sonra yumruk yumruğa kavgaya gider, adamlar inene kadar laf kavgası yapabiliyor..
  • Beni en çok zorlayan kısım yön bulma konusu oluyor. Yukarısı neresi aşağısı neresi derken dengem bozuluyor. Bu gidişimde de yön algımı gelişmemiş gördüm, sanırım bir pusuladan yardım almak en iyisi olacak :)